Bilinci Ve Bilinçdışını Çözümleyen Yaklaşım: Analitik Psikoloji
Analitik psikoloji, Carl Gustav Jung tarafından geliştirilmiş bir
psikoloji kuramıdır. Jung, 1907 yılında Sigmund Freud ile birlikte
çalışarak, psikanaliz kurama birçok katkı sağlamıştır; ancak 1913-14
yıllarında psikanaliz kuramındaki bazı konulardan dolayı çatışma yaşamış
ve Freud'la yollarını ayırarak analitik psikoloji alanında çalışmalar
yapmıştır.
Jung psikanalitik kuramı, psikanaliz kuramın temelleri üzerine
kurmuştur. Dolayısıyla bilinçdışının varlığını kabul etmiş fakat
psikanalizin temel unsurlarından olan id, ego ve süperego mekanizmaları
yerine bilinç, kişisel bilinçdışı ve kollektif bilinçdışı olmak üzere üç
boyutlu bir yapı kabul etmiştir. Kişisel bilinçdışı, bireyin kendine
ait oluşturduğu bilinçdışıdır, kollektif bilinçdışı ise, geçmişten gelen
yani atalardan genler yoluyla devralınan ortak bilinçdışıdır.
Kişisel bilinçdışı, bilinçdışının üst katmanında yer alır; unutulmuş
veya geriye itilmiş yaşantılar, istekler, korkular, duygular burada
birikir. Bu bilinçdışında yer alan bilgiler kimi zaman bilinç düzeyine
kolaylıkla getirilebilirken, kimi zaman da imkânsız olabilir.
Her insan kalıtım yoluyla sahip olduğu bilinçdışıyla dünyaya gelir.
Kollektif bilinçdışı, ilk insandan günümüze kadar gelen insan
nesillerinde, hatta hayvanlarda varlığını benzer biçimde ve içerikte
korumuştur. Kollektif bilinçdışını oluşturan unsurlara arketipler
denilir. Arketiplerin etkisi, bütün sanat eserlerinde görülür ve
insanlığın ortak malı izlenimini verir. Farklı toplum ve zamanlarda
ortaya çıkan ve kollektif bilinçdışını yansıtan masal, mit, destan gibi
sanat eserlerinde ve rüyalarda
insanlığın ortak korkularını, isteklerini ve özlemlerini görmek mümkündür.
Masallarda, mitlerde, efsanelerde arkaik karakter taşıyan motiflerden
birkaçı şöyle sıralanır: Kurtarıcı kahraman, ejderha ve kahramanla
ejderhanın mücadelesinde her zaman ejderha yenilgiye uğratılır.
Kahramanla canavarın diğer bir çeşitlemesi ise yerin altına inme
olayıdır. Jung'a göre bununla anlatılmak istenen, bilincin içe dönüşü ve
bilinçsiz ruhun derin katmanlarına sızışıdır. Bu katmanlar kollektif
mitolojik karakterlerde içeriklerin kaynaklandığı yerdir. Dolayısıyla
bunlar, kollektif bilinçdışıdır. Ayrıca birine "ilk görüşte aşık olma"
ve "deja vu" olayı kollektif bilinçdışının etkilerini yaşam içinde
diğerlerinden çok daha açık bir şekilde göstermektedir.
Bilinç ve Bilinçdışının İşlevi
Jung'a göre, bilinçdışı kavrayamadığımız bir nitelik taşımakta; ancak
bilinç aracılığıyla ve bilinç koşullarında açığa çıkmakta ve bundan daha
ilerisine gidilememektedir.
Jung, Freud'un bilince bilinçdışının kökeni olarak baktığını söyler;
kendisi ise bu düşüncenin aksini savunur. Ona göre, bilinçten önce
bilinçdışı vardır ve bilinç bilinçsiz durumdan gelişip ortaya çıkar.
Çocukluğun ilk yıllarındaki yaşantılar ile uykuda geçen süre
bilinçsizdir. En önemli içgüdüsel fonksiyonlar bilinçsiz davranır; çünkü
bilincin öncelikle bilinçdışı tarafından oluşturulması zorunludur.
Bilinç, ruhsal süreçlerin "ben"le ilişkisi olarak tanımlanır. Ben ise,
varlığın özellikle genel algılamalardan, belleğin içeriklerinden oluşan
bir yapı kompleksidir. Geçmişte yaşananlara ilişkin düşünceler ile
bellekte bulunan anılar "ben"in temel unsurlarıdır. Dolayısıyla "ben"
ruhsal süreçlerin oluşturduğu karmaşık bir yapıdır ve sürekli dikkat ve
isteklerin ortasında yer alarak bilincin merkezini oluşturur; fakat
bilincin sadece küçük bir bölümünü kapsar. Psikozlu hastalarda ben
parçalandığı için ruhsal içeriklerin bir kısmı "ben"in bir parçasına,
bir kısmı da diğer parçasına bağlanır. Bu nedenle bu hastalar çok sık
kişilik değiştirebilirler. Örneğin, şizofrenler...
Analitik psikolojiye göre bilincin birçok işlevi vardır. Bunlar bilincin
ruhiçi ve ruhdışı alanlardaki yönelimini sağlar. Bilincin ruh dışı
(ektopsişik) işlevleri duyular, düşünceler, duygular ve sezgilerdir.
Duyular dışarıdan alınan malumatın varlığını, düşünceler bunun ne
olduğunu açıklar, duygular ise birey için ifade ettiği değeri belirler.
İnsan çaresiz kaldığında ve başvuracağı somut bir dayanak olmadığında
sezgilerine sığınır. Sezgiler aynı zamanda içeriğinde zaman faktörünü de
bulundurur. Bilincin ruh içi (endopsişik) işlevlerinden ilki bellektir.
Bellek, bilinçten kaybolmuş, bilinç eşiğinin altına kaymış malumatla
bağlantıyı sağlar. Bilincin ruh içi işlevlerinden ikincisi, öznel
tepkiler diye adlandırılan düşüncelerdir. Üçüncü işlev, emosyon ve
heyecanlardır, dördüncü işlev ise, sızmadır. Sızma durumunda insan
otokontrolünü kaybedebilir.
Kişilik Kuramı
Jung, insanları kişiliklerine göre iki gruba ayırmıştır: İçedönük
insanlar ve dışadönük insanlar. Bu kişilik kavramları ilk defa Jung
tarafından ifade edilmiştir. İçedönük insanlar, yalnızlığı tercih eden,
utangaç, sıkılgan tiplerdir. Topluluk içinde rahat hareket etmez,
utangaç tavırlar sergilerler. İçsel çatışma yaşadıkları zaman, iyice
kabuklarına çekilirler ve diğer insanlarla ilişkilerini en aza
indirirler. Dışadönük insanlar, grupla çalışmayı seven, yalnızlıktan
kaçınan ve girişken tiplerdir. Jung'a göre sağlıklı bir kişiliğe sahip
birey, bu farklı kişilikler arasındaki dengeyi koruyabilen kimsedir.
Psikoterapi Süreci
Analitik psikolojiye göre birçok sorunun, bireyin özüne
yabancılaşmasından kaynaklanır. Bu sorunlardan kurtulmasının çıkış yolu,
yabancılaştığı doğasına geri dönmesinde saklıdır.
Psikoterapinin ilk seanslarında hastaya terapiye ilişkin bilgiler
verilir ve seans süreleri belirlenir. Haftada 1-2 seans yapılır ve her
seans süresi 60 ila 90 dakika arasında değişir. İlerleyen günlerde seans
süreleri azaltılıp artırılabilir.
Jung, bir hastayı tedavi ederken onun hakkında bir şey bilmiyormuş gibi
davranmayı tercih ettiğini söyleyerek şöyle devam eder: Hasta karşısında
aptalmış gibi davranmak ya da aptal rolünü oynayıp, ona içindekileri
dışavurma fırsatını tanımak tedavide tutulacak en sağlıklı yoldur.
Analitik psikoterapilerde yaygın olarak kullanılan çözümsel (analitik)
teknikler şunlardır: Kelime çağrışımı (çağrışım deneyi), rüya analizi,
aktif imgelem. Bilinçdışı malumatın bilinç yüzeyine getirilmesinde bu
analiz teknikleri kullanılır. Terapinin amacı, kişinin uzaklaşıp
yabancılaştığı evrensel insanı yeniden tanımasını sağlamak ve kendi
doğasında gelen istek ve arzuları öğrenmesidir.
Çağrışım deneyi ile aktif imgelem yöntemi ilk defa Jung tarafından
kullanılmıştır. Aktif imgelem yönteminin işleyiş prensibi, bilinçsiz
malumat ve yaşantıların bilinç düzeyine getirilmesidir. Çağrışım
deneyinde, örneğin yüz kelimeden oluşan bir liste hazırlanır.
Deneğin yapacağı işi kavradığı hissedildikten sonra deneye başlanır.
Terapist sırayla kelimeleri söyler ve kişi aklına gelen bir başka
sözcüğü, yani uyaran sözcüğü duyduktan çok kısa bir süre içinde, aklında
çağrıştırdığı kelimeyi söyler. Kronometreyle deneğin tepki verme süresi
ölçülür. Sözcüklerin tamamı bitirildikten sonra deneyin ikinci
aşamasına geçilir. Kelimeler sırayla yeniden söylenir ve kişinin daha
önce verdiği cevapları tekrarlaması istenir. Burada da kişinin
bocalamaları, yanlış cevapları önem taşır ve dikkatle izlenerek
saptanır.
Freud rüya ve imgeleri bastırılmış cinselliğe bağlarken, Jung daha
farklı değerlendirir. Ona göre, rüyanın zihnin hangi katmanından geldiği
ve diğer katmanlarla ilişkisi rüyanın anlamını ve önemini belirler.
Bazı rüyalar kişisel bilinçdışından gelen öğeleri içerirken, bazıları da
kollektif bilinçaltının bir ürünüdür. Rüyalar, kendi kendini düzenleyen
ruhsal yapının doğal tepkisini oluşturur ve süreklilik arz eden ruhsal
yapının bir parçasıdır.
Bireyin psikoterapi sonucunda kollektif bilinçdışıyla ilişki kurması ve
bütünleşmesi önemlidir. Bu bağlamda terapi sürecinde kişinin
bilinçdışından gelen mesajları, yaşamındaki tesadüfler, anımsadığı
anılar, öyküler, etkilendiği durumlar ve diğer insanlarla yaşadığı
sürtüşmeler analiz edilir. Psikanalizdeki gibi çocukluğa gitme ve
çocukluk yaşantılarının gün yüzüne çıkartılması gibi bir çabanın içine
girilmez. Kişinin şu anki durumunu etkileyen olaylar, anılar,
çağrışımlar, rüyalar, çatışmalar, özlemler ve ilgiler büyük önem taşır.
Alıntı: gencogrenci.com
Yazar : Çetin Özbey